Yararlı Linkler
Mardin'de Kültür ve Eğitim
Yaratılanların en kutsalı insan, yaşamını sürdürmek için toprağı işlemiş, hem yaşadığı dakikaları değerlendirmiş, hem de geçimini sağlamıştır. Medeniyet yolunda ilerleme kaydettikçe, toprağı işlemekten arta kalan zamanlarını değerlendirmek için el sanatları yolunda mesafeler kat'ederek icatlar, keşifler yapmış ve mutuluğunu perçinlemiştir
Zaman süreci içerisinde bir çok konuda ilerleme kaydeden insan yazının icat edildiği MÖ.3000 yılından sonra, yazı ve yazıya dayananmeslekler icat ederek geçimini bu yolla da kazanmayı başarmıştır.
Mardin'in yüz ölçümü 8.891 km²'dir. Bu yüz ölçümünün büyük bir bölümü tarım arazisidir. Bir kısmı da orman ve fundalıkken az da olsa bağ-bahçeye sahiptir Mardin.
Toprak, Mardin'in toplam nüfüsu olan 750.697 kişiyi doyurduktan sonra diğer ihtiyaçlarını karşılayabilecek derecede değer arttırabilecek ölçüde verimli değildir. Elde mevcut ve işlenebilecek toprakla ancak, karnını doyurabilen halk, ister istemez kendini eğitime vererek daha rahat bir yaşam sağlama yolunu seçmiştir.
Bu nedenle Mardinliler, okuma-yazmaya, daha doğrusu kendilerini eğitime yöneltmişlerdir. Bu konuda, anne babalar, hiç bir maddi ve manevi fedakârlıktan çekinmeyerek kız, erkek evlatlarını mutlaka okula verme yolunu seçmişlerdir. Çocuklarını okula gönderen anne ve baba, hiç bir zaman evlatları devlet kapısında iş bulsunlar diye bu konuya eğilmiyolar. Tek düşünceleri evlatlarının ufuklarını genişletmek, yaşam koşullarına uyumlu ve yaşam kavgasında galip gelmelerini sağlamaktır.
Mardinli okumaya bu denli düşkünken, gel gör ki, Mardin ili, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından "Veba salgını var" mış gibi, karantinaya alınmış ve Cumhuriyet döneminde resmen ihmâl edilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ilkokulla tanışan Mardinliler, 1935 yılında bir kapanıp bir açılan ortaokulu ve 1951'de de liseyi görmüşlerdir.
Osmanlının köhnemiş zihniyeti, bir kâbus gibi bakanlıklarımızın kurum ve kuruluşlarını felç etmiş, âdeta uyuşturmuştur.
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri tıpkı Osmanlı dönemindeki sürgün yeri olan Malta veya Fizan gibi görülmüş, haklı veya haksız başkaldıran ya da yönetime ters düşen görevliler, sürgün yeri olarak öngörülen Çemişkezek, Hakkari, Mardin, Doğubeyazıt, Siirt, Beytüşşebap, Yüksekova, Şırnak veya Cizre gibi yerlerde soluğu bulmakta idiler.
Doğru dürüst bir yerde kendisinden tatminkâr bir randıman alınamayan bir görevliden, sürgün gittiği yerde hiç bir verimin alınamyıacağını bilmemek için gerizekâlı olmak bile kâfi değildir, ayrıca ahmak da olmak gerekir.
Sürgüne giden kişi, sürülmekle önce kendisine küsmekte, kişi kendi kendisi ile dahî barışık olmadığı için, hiç bir zaman diktiği kuyruğunu indiremez ve burnundan kıl aldırmaz. Büyük bir moral bozukluğu içerisinde olan kişi, ailesine faydalı olmamakta, ondan hizmet bekleyen vatandaşa hele hele faydadan çok, zararı dokunmaktadır. Bu birbirine bağlı olan kötü haller, toplam olarak devletin onurunu zedelemekte ve zamanla vatandaşın devlete olan güvenini sarsmakta, hatta ve hatta bazı vatandaşlar nezdinde bu güvenin tamamı yok olup gitmekte, ileride devlete bazı zararlı girişimlerin temelini de hazırlamaktadır. İşte şimdiki başbelası terör bunun en açık bir delilidir.
80 yaşını geçen cumhuriyetimiz 3 göbek kuşak yetiştirmiştir. Birinci kuşak, 1. Dünya Savaşı'ndan yeni çıkıldığı furyasına kendisini kaptırmış, millî duyguların taptaze olduğu o dönemde, sürgün memurun yediği haltlara katlanıp "ya sabır" çeker, namusa boğularak sesini çıkarmamıştır. İkinci kuşak, savaş psikolojisinden kurtulmuş olmakla beraber, 2. Dünya Savaşı'nın etkisine rağmen babası, annesi, dedesi ile açlık, sefalet çekmiş ve birlikte bu işkencelere katlanarak, baba ve dedesinin güçlü olan millî duygularının etkisinde kalarak feveran etmemiştir.
Ancak; üçüncü kuşak olan yaşları 30-35 arasında gezen gençlerimizden, aklı havada olan bazılarının, başlarına örülen çorapları, dönen dolapları ve siyasî entrikaları kendi değer ölçülerine göre değerlendirerek, yapılan haksızlıkları pek hazmedebilecek cinsten olmadıklarını içimiz sızlayarak izlemekteyiz. Bu kuşak ilk önce ülke genelinde sol örgütlere, daha sonra sağ örgütlere, derken şimdi de etnik kökenli örgütlere kayarak zararlı faaliyetlere girişmektedirler. Bu hareketin temelinde yatan nedenlerden birisi de hiç kuşkusuz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya sürgün memurlarının ektiği fitne-fesat tohumlarının meyveleridir. Yakın bir tarihte dahî, ülke yönetimini elinde bulunduran kişi, sinirlendiği bir görevli için, "Bu adamı doğuya sürün" sözcüğünü rahatlıkla telaffuz edebilmiştir. İşin en acı yanı nedir bilir misiniz? Bu sözü sarfeden kişinin Türkiye'ye çağ atlattığı iddiasındaydı.
Demek ki, biz çağ atlamışız ha! Biz hendek bile atlayamamışız, bunu böyle bilesiniz. Bu kafa ile biz çok seneler çağ atlamak için, hayal aleminde yüzeceğiz herhâlde.
Bu ülkenin yasaları, ülkede yaşayan bütün vatandaşlara aynı güç ve kuvvette uygulanır. Devlet, ülkede yaşayan bütün vatandaşlara fırsat eşitliğini koşulsuz olarak vermek zorundadır.
Mardin şehir merkezinde yaşayan bir Mardinlinin, 1951 yılına kadar kültür alabileceği bir kurum olarak, 5 ilkokulu, 1 ortaokulu, 1 lisesi, 1 erkek sanat enstitüsü ile 1 kız sanat enstitüsü vardı.
Bir Mardinli öğrencinin derslerini hazırlarken yardımcı kaynak olarak, ilk önce Mardşnli öğretmenlerinden ve sürgün olmayan diğer öğretmenlerinden yararlanırdı. Bu iki kaynak dışında bir de Halkevi kütüphanemiz ile bir de Amerikan kütüphanesi vardı.
Mardinli, Kültür ve Turizm Bakanlığının bir ünitesi olan Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile 1976 yılında tanıştı. Düşünebiliyor musunuz? 1923'te cumhuriyeti kur, 53 yıl sonra, yani tam yarım asır sonra Kültür ve Turizm Müdürlüğünü kur hem de Mardin gibi bir şehre. Ne acı değil mi?
Ve işin acı tarafı Mardin'in ilçelerinden bir tek Midyat ilçemizde kütüphane vardır. Diğer ilçelerimizde yok.
Mardin'in bir tarih hazinesi olduğunu dünya alem bilir. Buna rağmen 1940'ta kurulan Müze Memurluğu 1978 yılında "Müze Müdürlüğü" ne dönüştürülmüştür. Bu müze, müdürü ile birlikte 5 kişilik bir kadroya sahiptir. Bir tarih abidesi olan Zinciriye Medresesininbir bölümü müze, diğer bölümleri de vakıf öğrenci yurdu olarak kullanılmaktadır. Ancak, Cumhuriyet Meydanı'na yakın bir yerde bulunan 200 yıllık tarihî bir binanın müze olarak restore edidiği ve müze olarak kullanılacağı belirtilmektedir. Mardin müzesi her yönü ile tam teşekküllü olarak 1972 yılında hürriyetine kavuşmuştur. Bu tarihe kadar ele geçen bütün tarihî eserler ya Diyarbakır Müzesine ya da Ankara Merkez Müzesine devredilmekte idi. Mardin ve çevresinden elde edilen tüm tarihî eserlerin tescil işlemleri 1972 yılından sonra kütüklere yazılmaya başlanmıştır.
Mardin Müzesinde Asur, Roma, Bizans ve Selçuklular devrine ait 19.000'i aşkın tarihî eser tesbit edilmiş ve kütüğe işlenmiştir. Bu eserler zaman içerisinde peyderbey çevre ve kırsal kesimlerden toplanmış, geri kalan kısmıysa Nusaybin ilçemizin Girnavas Höyüğünden çıkan eserler olup 1980 yılından bu yana sürdürülen arkeolojik kazılardan elde edilmiştir.
Her köşesinden tarih fışkıran Mardin'in Hasankeyf ve Dara mevkiinde sayısız derecede tarihî eser olduğu saptanmış ve kazılara başlanacağı belirtilmektedir.
Her taşı bir tarih olan Mezopotamya'nın bu muazzam şehrinin tamamı gerçek bir müzedir. Dünyada Mardin'in bir eşi, ikizi olan Kudüs'ten başka bu değerde bir yer mevcut değildir. Bu büyük değere sahip olan Mardinimiz'i gerektiği şekilde Dünyaya tanıttığımızı zannetmiyorum. Gönül isterdi ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığıyla burada uzun süre kalarak etüd yapan, tez hazırlayan bilim adamlarımızın, arkeologlarımızın, mimar ve mühendislerimizin dört dörtlük bir rehber hazırlayarak bu güzîde şehri dünyaya tanıtmalarıdır.