Yararlı Linkler
Mardin'in Kültür ve Sanat Yapısı
Eski zamanların ihtişamını yaşatan Mardin'de evlerin şato gibi yüksek duvarlarının arasında akan sokakların sahibi çocuklara kulak verin, size bir doğu masalı fısıldasınlar…
Taş ustalarının, göz kamaştırıcı bir zarafetle ilmek ilmek bezediği asırlık Mardin konaklarıyla süslü daracık sokakların baş aktörü çocuklar… Her köşe başında, merakla izleyen, duyan, konuşan onlarca çift siyah göz… Sadece Mardin'in değil, insanlık tarihinin en eski uygarlıklarını koynunda büyütmüş, kültürler kavşağı Mezopotamya'nın gözleri onlar. Sayısız medeniyete tanıklık etmiş taş sokaklarda rastladıkları her yabancıyı 'hello' sesleriyle karşılayan coşkulu bir koro... Kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin, oyun alanı belledikleri Mardin sokaklarında gördükleri her yabancıya bildikleri ingilizce kelimeleri sıralayıp çocukluğun masumiyetini gizleyemeyen yüzler… Onlara şeker dağıtmak, başlarına dokunmak ya da yanaklarını okşamakla yetinmeyin, oyunlarına da katılın. Kulak verin onlara, size Mardin'in sırlarını anlatsınlar…
Çok Kültürlü Miras
Faysal, Gabriel ve Bejan… Türk, Kürt, Arap ve Süryani kardeşliğini asırlar boyu yaşatan Mardin'in kaderi gibi bir arkadaşlık onlarınki… Mardin'in genelinde görüldüğü üzere onların ailelerinde de üç dil birden konuşanların sayısı fazla. Okulda geliştirdikleri Türkçe'nin yanı sıra, kimisi annesinden ötürü Kürtçe'yi, kimisi ise babasından dolayı Arapça'yı biliyor az da olsa… Kolay mı? Kadim uygarlıkların torunları onlar. Mardin'de çocuklarla arkadaşlık yaptıkça anlıyoruz ki, Mardin'de olmak çok dinli, çok kültürlü, çok dilli bir şehirde soluk alıp vermek demek. Sohbetin bir yerinde, prenseslere layık ışıltılı bir gerdanlığa benzetilen Mardin gecelerinin en renkli eğlencesinin yaşlı hikaye anlatıcıları olduğundan bahsediyorlar. Hani şu, her akşam başka bir evde çocukları çevresine toplayıp, saatlerce hiç yorulmadan eski zaman hikayeleri anlatan halk ozanlarından. Taşların dilini öğrenme hevesiyle çocukların peşine takılıp, dev bir labirenti andıran Mardin sokaklarına dalmak gerek yeniden. Kentin homojen yapısına aykırı olan tek şey, ana caddeden aşağı ve yukarı doğru tırmandığınızda, karşınıza çıkan daracık nemli sokaklar. Rüzgârlı terasların altından geçerek sokakları birbirine bağlayan ve 'abbara' denilen kestirme tünellerde güvendesiniz artık. Taş merdivenlerde seke seke inip çıkarken çocuksunuz. Bir evin terasına konuk olduğunuzda alabildiğine ferah ve enginsiniz. Tıpkı Mardin'in çocukları gibi…
Dinler Kavşağı
Mardin, Diyarbakır Havzası'nın hemen kıyısında dev bir yüzük taşını andıran kalenin etrafında, usta bir el tarafından yapılmış göz alıcı bir süsleme gibi duruyor. Yine her fotoğraf karesinde bir çocuk yüzü. Taş konakların işlemeli pencerelerinden Mardin Ovası'nın sonsuzluğunu izleyen; medrese, dergâh, kilise önlerinde mendil, toka, nazarlık, kolye satan, gümüş işleme atölyelerinin önünde ustalarını bekleyen çocuklar…
Gündüzleri, bazılarının en büyük eğlencesi turist gezdirmek. Bir saniye peşinizi bırakmadan etrafınızda dönüp duran amatör rehberler onlar. Yanınızda rehber kitaplar olsa bile bir - iki lira verecek olursanız onlara, gün boyu anlatırlar size Mardin'i hiç sıkılmadan. Siz kulak verin yeter ki… Hemen başlarlar anlatmaya kenti: Şurası Kırklar Kilisesi, burası Deyrulzafaran Manastırı, tam karşıdaki Kasımiye Medresesi, bu gördüğünüz de Ulu Cami... Bir tarafta Revaklı Çarşı, ötesinde Bakırcılar Çarşısı. Bu da Mardin Kalesi... işte bütün Mardin evlerinin ve teraslarının, az çok aynı açıyla yüzünü döndüğü manzara; Yukarı Mezopotamya Ovası'nın baş döndürücü bozluğu… Ovanın kıpırtısızlığına karşı, binlerce düşüncenin uğultusuyla ağırlaşmış bir başı andıran kadim kent. Bu boz denize dalıp gitmek isteyenler için en ideal mekân ise, kalenin eteklerindeki Zinciriye Medresesi'nin kubbeli çatısı. Kente yeni gelenler, sokakların labirentine kendilerini bırakmadan önce, burada soluklanmalı mutlaka.
Doğu'nun Bereketi
Yorulmak bilmez 'küçük dostlarımız'ın peşinde koştururken, ana yolun güneyinde genişçe bir alana yayılan çarşı bölgesine düşüyor yolumuz. Burada, sadece birbirinden güzel kadifelere değil, her çeşit işlemeli ve işlemesiz kumaşa, Ortadoğu'dan getirilmiş şallara ve başörtülerine, Hint işi batiklere, Suriye'den gelen siyah ve kırmızı puşilere, kısacası her zevke göre bir şeylere rastlamak zor değil. Çocukların dev bir panayır alanına bakar gibi meraklı gözlerle incelediği çarşı bölgesi, Mardin'in bir zamanlar sahip olduğu ticari canlılığın izlerini taşıyor hâlâ. Değişik zanaat gruplarına göre ayrılan sokaklarda gezinirken, her yerde kadife gibi yumuşak, ama derin ve vurgulu bir lehçenin konuşulduğunu duyacaksınız. Burada, eski bir Ortadoğu veya Kuzey Afrika kentinde sanabilirsiniz kendinizi. Kentin ana caddesi de bugün, geleneksel ve modern dükkânların bir arada bulunduğu bir çeşit çarşıya dönüşmüş durumda. Çocukların düş dünyasına ayak uydurup, ana yol üzerinde fazlasıyla dikkat çeken stüdyoların vitrinlerindeki Mardin hatırası fotoğraflarına yöneliyoruz. Çoğunluğunu, gece çekilmiş ışıklar içindeki kent fotoğraflarının süslediği stüdyo vitrinleri, Mardin fotoğrafları sergisi keyfi yaşatıyor insana. Tok bir çekicin ritmik melodisinin izinden giderek bir köşebaşını döndüğümüz anda, Bakırcılar Çarşısı'nda buluyoruz kendimizi bu kez. Bakırın, ustaların elinde bakraçlara, tepsilere, cezvelere dönüşmesine; ince ince desenlerle bezenmesine tanık oluyoruz çocuk gözlerle… Gün boyu aynı gri havayı soluyarak ter döken kalaycılar da bakırcılarla yan yana. Ama tahta kepenkli bu geleneksel dükkânlar, zamana direnemeyip azalıyor birer birer…
Taşın Şiiri
Yeni Şehir'in, kentin eteklerini çekiştiren huysuz çocukları andıran çok katlı betonarme binalarına inat, geçmişin tüm inceliğini korumayı sürdürüyor geleneksel Mardin evleri. Ortaçağ zarafatini günümüze taşıyan Mardin, taş evlerinin siluetini Süryanilere, taş işçiliğini ise Ermeni ustalara borçlu. Cercis Murat Konağı, Erdoba Evleri ile günümüzde Gazipaşa ilköğretim Okulu olarak kullanılan Cebburilerin Evi'ni ziyaret ettiyseniz eğer, Munganlar, Ensariler ve Tatlıdedeler gibi Mardin'in köklü ailelerine ait zarif konaklara düşürün yolunuzu mutlaka. Hatta çalın kapısını ve konuk olun bir Mardin evine. işlemeli ağır mobilyalar, camlı gömme dolaplar, avizeler, mangallar ve dev aynalarla süslü Mardin evlerinde bir Halil İbrahim Sofrası kurarlarsa da size, şaşırmayın sakın. Kapalı bir tür lahmacun olan sembusek, haşlanmış içli köfte, kaburga dolması, cevizli sucuk, sumak şerbeti, zerde ve yemek sonrası 'mırrası'nı eksik etmeyen Mardinlilerin sofrası, Doğu'nun mistik tatlarının bir resmi geçidi sanki. Unutulmaz bir ziyafetten sonra yapılacak en iyi şey yine küçük dostlarımızın peşine takılmak...
Çarşı, Mırra, Güvercin
Her adımda başka bir sokağa doğru kıvrılan daracık nemli sokak aralarından, iç içe geçmiş çarşılardan geçerek; kapıları, tokmakları ve oymalı pencereleriyle kentin ilmek ilmek dokunup taşın şiirine dönüşmüş tarihi dokusuyla tanışıyoruz köşe başlarında. Ta ki, kısa bir sağanak bu oyuna ara verene dek. Kagir bir konağın saçak altında yağmurun dinmesini beklerken, kılavuzumuz Faysal, ellerimizden tutup eski bir kapıdan içeri sürüklüyor bizi. Marangozlar Çarşısı'ndaki atölyelerin arasında, giriş kapısı zar zor fark edilen bir esnaf kahvesi burası. Genellikle yaşlıların müdavimi olduğu kahvenin duvarlarında, Meryem Ana tasvirleri ve Arapça ayetler bir arada. Sabah saatlerinde taş duvarları safran sarısı bir ışıkla yıkanan mekânın içinde, tahta masa ve sandalyelerde oturan müdavimler, hoşkin oynayıp tatlı sohbetlere dalıyor bütün gün. Derken, 'güm güm' adı verilen geleneksel cezvelerden minicik fincanlara doluyor yörenin geleneksel acı kahvesi olan 'mırra'larımız… Teraslarda uçurulan paçalı Mardin güvercinlerine dalıyor gözlerimiz bir ara. Hızla yere dalan, daha sonra da taklalar atarak yeniden minare boyu yükselen barışın simgesi güvercinler, masmavi göğe karışırken, güneş uçsuz bucaksız Mardin Ovası'nı mora boyuyor ağır ağır…