Avrupalılardan Mardin

Avrupalı Seyyahlara Göre Mardin Ve Çevresinin Sosyal, Ekonomik Ve Kültürel Durumu (1800–1850)

Avrupalılardan MardinHem Avrupa ve hem de Osmanlı tarihi bakımından yeni bir dönem açan 1789 Fransız İhtilali Osmanlı İmparatorluğu’na karşı sürekli olarak oluşturulan parçalama projelerinin hız ve yönünü de değiştirmiştir. İhtilâl Avrupa’daki bütün güçler dengesini alt üst ettiği ve Avrupa’da İhtilale karşı önlemler de alınmaya çalışılmasına rağmen Fransızlar durdurulamadığı gibi İhtilâlin doğurduğu bu savaşlar Afrika ve Asya’daki Osmanlı topraklarına da kaydı. Nitekim Napolyon, 1798 yılında, İngiliz güçlerini Hindistan'da yok etmek gayesinin ilk aşaması olan Mısır'ın işgal için “Doğu Plânını” yürürlüğe koydu. Mısır'ın Fransızlar tarafından işgaliyle modern zamanların “Doğu Meselesi (Eastern Question)” başlamış ve unutulmaya yüz tutmuş olan Doğu Akdeniz havzası tekrar dünya gündemine gelmiş ve İngiltere başta olmak üzere büyük güçler tarafından yakın takip altına alınan bir bölge olmaya başlamıştır. Fakat Napolyon'un Mısır macerası pek parlak geçmeyecekti Napolyon'un Mısır'ı işgal etmesi, Osmanlı Devleti ile Avrupalı ülkelerinden büyük tepki aldı ve Osmanlılar, Fransızları Mısır'dan çıkarmak için İngiltere, Rusya ve Napoli gibi devletlerle askerî ve siyasî işbirliğine gitti. Mısır'da bulunan Fransızları yok etmek amacıyla kurulan Türk-İngiliz askerî işbirliği neticesinde, Türk topraklarında ve karasularında İngiliz, Rus ve Napoli asker ve donanmasının bulunmasına izin Fransa’ya karşı Osmanlı Devleti ile Avrupalı güçlerle yapılan bu siyasi ve askeri işbirliği neticesinde Avrupalılar doğrudan ve daha kolaylıkla Türkiye topraklarında bulunacaklar ve istedikleri bilgileri toplama imkânına kavuşacaklardı. İşte bu işbirliği sonrasında, ilişkilerin durumuna göre değişmekle birlikte, başta İngilizler ve diğer Avrupalı ülkelerin askerî, diplomatik, teknik ve dini heyetleri, İstanbul başta olmak üzere bütün Doğu Akdeniz havzası ile İmparatorluğun Asya ve Afrika topraklarını görme ve gezme fırsatı bulduklarından bizlere bu bölgelerin coğrafî, tarihî, iktisadî, idarî, ticarî yapısı ve sosyal ve kültürel hayatı hakkında oldukça geniş bilgiler sunmaktadır. Nitekim XVIII. yüzyılda gelişerek başlayan ve siyasi ve askeri hareketlere yeni bir döneme giren Avrupalıların Osmanlıları keşfi hareketi XIX. yüzyılın ilk yarısında daha da belirgin bir hal alacaktır. Değişik amaçlarla Osmanlı topraklarına gelen Avrupalıların sayılarındaki artış beraberinde bu yabancılar tarafından yazılan hatırat veya seyahatname türünde çok sayıda eserin de ortaya çıkmasını da getirmiştir. Bu konuda İngilizler başı çekmektedir. Zira XVIII. yüzyıl sonlarında siyasi, askeri ve ticari alanda Türkiye ve İngiltere arasındaki yakınlaşmalar, XIX. yüzyıl başlarında daha da gelişerek zirveye çıkacaktır. Bundan böyle İngiltere, Türkiye üzerinde siyasi, askeri, iktisadi ve kültürel bakımdan da tesirli olan dost ve müttefik bir ülke olarak algılanmaya başlamıştır. Bundan dolayı İngilizler her bakımdan Osmanlı ülkesi hakkında daha sarih bilgiler vermeye başladılar.

Görüldüğü üzere Osmanlı İmparatorluğu XVIII. yüzyıl sonlarında değişen güçler dengesinden ötürü daha da önemli bir konumuna gelmeye başladı. Bu durumun dışında dünyadaki değişen şartlar ve yeni oluşan uluslararası dengeler bakımından da bütün Osmanlı toprakları gibi Mardin ve çevresi de jeopolitik ve kültürel bakımdan önem kazanmaya başlamıştı. Mısır Meselesinden sonra Mısır’da yükselmeye başlayan Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve onun Filistin, Suriye ve Anadolu üzerindeki faaliyetleri Avrupalıların gözlerini tekrar doğuya çevirmelerine neden olmuştu. Mardin ve çevresi Osmanlı’nın Irak ve Arap Yarımadası’na açılan bir pencere vazifesi üstlenmekteydi. Bu bakımdan şehir askeri, siyasi, lojistik ve stratejik bir üs ve geçiş noktası olarak da ön plana çıkmaya başladı. Şehrin bu özelliği ele aldığımız Avrupalı kaynaklarda belirtmektedirler. Mardin başta olmak üzere Osmanlı topraklarında uzun bir süre kaldıklarından, bulundukları mahallin iktisadi, sosyal ve kültürel hayatı hakkında bilgiler vermektedir. Bunların vermiş olduğu bilgiler içerisinde, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Suriye ve Anadolu üzerindeki faaliyetleri ve Osmanlı Devleti’nin bunlara karşı aldığı tedbirler de belirtilmektedir.

Ele aldığımız eserler genelde Mardin’in tarihi, kültürel ve dini abidelerinin yanında bölgede bulunan farklı dini ve etnik cemaatler hakkında bilgiler vermektedir. Mardin’in ticari hayatı, tarımsal ve hayvansal ürünleri hakkında da bilgiler mevcuttur. Mardin ve çevresinde bulunan Süryani (Yakubi), Keldani (Nesturi), Yezidi, Şemsi, Ermeni ve Yahudi cemaatleri hakkında teferruat içeren bilgiler de yer yer ayrıntılarıyla belirtilip cemaatler arası ilişkiler ve Osmanlı Devleti’nin bunlara yaklaşımlarını da anlatmaktadırlar. Ele aldığımız dönemde bu seyyahların bir kısmının Protestan misyoner olduklarını ve dini cemaatlerle bağlantı kurduklarını ve bunları kendi ülkelerinin yanında alma yarışı içerisinde olduklarını da gözlemledik. Nitekim şehrin bu karışık etnik yapısı Misyonerler için, İmparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu gibi değerlendirilmesi gereken bir özellikti. Öte yandan Mardin, günümüzde Türkiye'nin Arap dünyasıyla kapısı olduğu gibi Osmanlı döneminde de aynı görevi yapmaktaydı. İyi bir gözlemci olan Kinneir, Türkiye ile doğrudan bağlantısı dolayısıyla Mardin’in İran ve Arap dünyası üçgenindeki en önemli şehir olduğuna dair bilgiler vermektedir. Ele aldığımız dönemde Mardin’i ziyaret ederek bölge hakkında bilgiler veren İngilizler ve diğer Avrupalılara baktığımızda, bunların arasında misyonerlerin dışında askeri hizmetlerde bulunan görevlilerin de bulunduğunu görmekteyiz.

XIX. yüzyılın ilk yarısında Mardin hakkında bilgi veren Avrupalı seyyahların eserlerinin Mardin ile ilgili kısımları yaklaşık 15-20 sayfa civarında olup bu azımsanmayacak kadar geniştir. Zira XIX. yüzyıldan önceki dönemlerde Avrupalı seyyahların Osmanlı şehirleri hakkında verdikleri bilgilere nazaran bu yüzyılda verilen bilgiler, çok teferruatlıdır ve şehrin idari, iktisadi, ticari, sosyal ve kültürel yapısının ortaya çıkarılması bakımından önemlidir. Görüldüğü üzere Mısır Meselesi’yle bütün Osmanlı topraklarında olduğu gibi Mardin hakkında bilgi veren İngiliz ve diğer Avrupalı kaynaklarının sayısında büyük bir artış olmuştur. Ele aldığımız dönemde Mardin’e uğrayarak seyahatname yazan kişiler bu dönemde çoğunluğu Hıristiyan misyonerlerdir. Bundan dolayıdır ki şehir hakkında yazılan bilgiler çoğunlukla bölgedeki değişik dini gruplar hakkındadır. Bunun dışında seyyahlar arasında klasik dönem arkeolojisi ve coğrafya ile ilgilenen araştırmacılar da bulunmaktadır. Araştırmacılar özellikle de Mardin başta olmak üzere çevresindeki şehirlerde Süryaniler, Ermeniler, Yezidiler, Keldaniler ve Şemsiler gibi birçok gayrimüslim unsur hakkında bilgi vermektedirler. Bunun yanında Müslümanlar ve bazı kasabalarda varsa Museviler hakkında da bilgiler verilmektedir. Özellikle Süryaniler; Şemsiler ve Yezidiler hakkında çok geniş bilgiler bulunup bunların dini yapıları ve mabetleri detaylı bir şekilde verilmektedir. Öte yandan bölgeye has olarak bulunan Keldaniler ve Şemsiler hakkında da bilgiler kısa bir şekilde verilmektedir. Buna karşın, bu kaynaklar, Müslüman, Musevi ve Ermeni Cemaati hakkında nerelerde ne kadar nüfusun olduğu ve bunların dini mabetlerinin sayısı dışında pek fazla teferruat içeren bilgiler vermemektedirler.

Bu seyahatnamelerin bazısında Mardin ve çevresindeki tarihi ve kültürel kalıntılar hakkında kısa, bazılarında ise ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Özellikle Mardin kalesi hemen hemen her eserde zikredilmektedir. Mardin kalesinin savunma bakımından önemi belirtilmektedir. Buna ilaveten şehirde bulunan dini mabetler özellikle de Süryani manastırları ve kiliseleri hakkında bilgiler ayrıntılar içermektedir. Şehrin ve çevresindeki en önemli iki kaza, Kızıltepe (Koçhisar) ve Nusaybin (Nisibis) hakkında bilgiler bulunmaktadır. Bütün seyahatnamelerde gördüğümüz kadarıyla özellikle Hıristiyan toplulukların dini yapısı, dini durumu ve işleyişi hakkında yoğunlaşırken, bölgedeki halkın iktisadi, ticari sosyal ve kültürel faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgiler yok denecek kadar az veya satır aralarında nadiren bulunmaktadır. Yine de biz bu bildirimizde, Mardin ve çevresinde halkın iktisadi, ticari, sosyal ve kültürel durumlarını elde edebildiğimiz bilgiler doğrultusunda aydınlatmaya çalışacağız.

Ele aldığımız dönemde Mardin ve çevresindeki halkın büyük bir çoğunluğu köylerde yaşamakta ve tarım ve hayvancılıkla geçinmekteydi. Köylerde halk başta tahıl ve baklagiller yetiştirmekteydi. Hayvancılıkta ise koyun, keçi, sığır ve kümes hayvanları önemli yer tutmaktaydı. İngiliz seyyah Kinneir Siirt’ten Mardin’e geçtiği vakit Siirt ile Bayram Köy arasındaki arazilerde bol miktarda tahıl ve keten yetiştirilmesine karşın buraların herhangi bir ağaçtan yoksun olduğunu kaydetmektedir. Bayram Köy’den itibaren Mazı Dağı silsilesine doğru gidildiğinde bağlar, yaban eriğine benzer çalılıklar olduğunu zikretmektedir. Mardin’e ana kapıdan girdiklerinde tepelerin bağlarla, aşağıya doğru vadinin meyve ağaçlarıyla, bahçelerin ise kayısı, şeftali, dut ve ceviz ağaçlarıyla kaplı olduğunu bildirmektedir. Öte yandan diğer İngiliz seyyah Buckingham ise Mardin yakınlarına doğru yaklaştığında tarım arazisinin büyük çoğunluğunda buğday ekili olduğunu ve yakında biçilmeye hazır olduklarını, toprağın geri kalan kısmında karpuz ekimi yapıldığını belirtmektedir. Yol boyunca ilerlediğinde bazı tarım arazisinden geçtiğinde büyümüş ve başak vermiş olan ayçiçeği ekildiğini de belirtmektedir. Mardin civarında yetişen meyveler arasında narı da görmekteyiz. Yine Buckingham Mardin’den Diyarbakır’a giderken yol üzerindeki Zennaar Vadisi civarında Elma ve Kiraz gibi meyvelerin yetiştiğini de bildirmektedir. Diğer yandan Southgate de Sincar’dan Mardin’e hareket ettiğinde yol üzerinde yetişen ürünlerden pek fazla bahsetmemekle birlikte Nusaybin yakınlarındaki tepelerin yamaçlarında de yaygın olarak bağlar bulunduğunu kaydetmektedir. Öte yandan Mardin’in Kuzey Batı kapısından Diyarbakır için yola çıktıklarında ise tepeden aşağıya doğru indiklerinde yamaçlarda incir, armut, elma, ceviz ve diğer meyve ağaçlarıyla kaplı olduğunu belirtmektedir. Diğer yandan Ainsworth 1839 Ocak ayının ortalarında Kızıltepe’den Mardin’e giderken yol üzerindeki köylerin bazısında zeytinlik olduğunu bildirmektedir. Zira Ainsworth bu yerlerin çay ve göl gibi sulak mahaller olduğunu zikretmektedir. Yine bu dönemde Mardin ve çevresinde ne gibi ticari faaliyetler yapıldığına yönelik az da olsa elimizdeki eserler bizlere bazı bilgiler vermektedir. Mardin ticaret bakımından Diyarbakır ile Musul arasındaki önemli bir güzergâhtı. Diğer yandan Halep ve Urfa üzerinden Kuzeye ve Doğuya doğru giden ticaret yolu üzerinde bir şehirdi. Ancak Mısır Meselesi sebebiyle 19. yüzyılın ilk yarısında çıkan çatışmalardan büyük ölçüde olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu yüzden bölgede asayişin Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır ordusunun bu bölgeye gelmesi nedeniyle büyük ölçüde gevşediği görülmektedir. Hatta bundan yararlanan bazı mahalli bedevi ve Kürt aşiretleri şehir ve kasabalar ile ticaret yollarındaki tesislere saldırarak yer yer zarar vermişlerdir. Kullandığımız seyahatnameler, Marmara, Ege, Akdeniz bölgeleri ile adalar hakkında bilgi verirken oraların tarımı, hayvancılığı, üretim tarzları, zanaatı ve ticareti üzerinde ayrıntılarıyla durmalarına karşın Mardin ve çevresinden daha çok bölgede bulunan Hıristiyan toplulukların dini mabetleri, onların tarihleri ve arkeolojik kalıntılar üzerinde durmaktadırlar.

Az da olsa bu kaynaklarda Mardin’in ticari ve iktisadi hayatında yer tutan bazı önemli unsurlar hakkında az da olsa bilgilere yüzeysel olarak rastlamaktayız. Buckingham, Mardin kervansarayları içinde sadece en iyi durumda olduğu söylenen küçük bir kervansaray gördüğünü not etmektedir. Mardin şehrinin çok sayıda pazara sahip olduğunu, bunların kemer çatılı ve çok dar olduğunu, halkın gerekli ihtiyaçlarını ancak sağlayacak durumda olduğu ifade edilmektedir. Buckingham’a göre bütün bu eksikliklere şehir sakinlerinin fakirliği ve ticari faaliyetlerin yokluğu da eklenince bu şehrin iyi bir durumda değildir. Bunun yanında şehirde kötü durumda olan ve su sıkıntısı çeken üç tane hamam olduğu ve diğer Türk şehirlerine nazaran Mardin’in kahvehaneleri ve diğer eğlence mekânların çok az sayıda olduğu zikredilmektedir. Ticari metanın naklinde genelde deve, at, katır ve eşeklerin kullanıldığı görülmektedir. Transit ticari metalar nakledildiğinde bunların, gümrük işlemlerinin yapılması için depolara teslim edilmekteydi. Mardin’de bu transit ticaretten alınan %2,5 gümrük vergisi, devletin memurları tarafından Sur köyünde tahsil edilirdi.

Mardin ve Çevresinin Sosyal Yapısı

Mardin’de ve çevresinde, Osmanlı öncesinde olduğu gibi Osmanlılar döneminde de çok sayıda farklı inançlara sahip cemaatler yaşamıştır. Mardin ve çevresinin nüfusunu çoğunlukla Müslüman halk oluşturmakla birlikte bu bölgede Süryani, Keldani, Ermeni, Yezidi, Şemsi ve Musevi gibi inançlara sahip topluluklar da vardır. Bu dini grupların büyük bir çoğunluğu genelde Arap ve Kürtlerden oluşmaktadır. Seyahatnamelerde bu toplulukların ve Mardin’in toplam nüfusu çok farklı verildiğini görmekteyiz. Adrien Dupré 1808 yılında Mardin’de 20,000 Müslüman, 3200 Yakubi, 2000 Ermeni Katolik, 400 Keldani, 800 Yahudi, 800’ünün Şemsi ve 40 Ermeni Ortodoks olarak şehrin toplam 27.240 kişi olduğunu bildirmektedir.1814’te Kinneir ise nüfus hakkında rakam vermemekle birlikte Mardin şehrinin Türk, Arap, Keldani, Nasturi, Katolik, Ermeni, Yahudi ve Yakubilerden (Süryaniler) oluştuğunu kaydetmektedir. Öte yandan yüz aile civarında ateşe tapan (Guebres) gruptan bahsedip bunların dini inançlarını aynen Bombay ve Yezd’dekiler gibi sürdürdüklerini de zikretmektedir. Buckingham ise Mardin’in nüfusunu 20.000 olarak tahmin etmekte ve bunun üçte ikisinin Müslümanlardan, geri kalanlarının ise Hıristiyan ve Musevilerden oluştuğunu kaydetmektedir. Süryanileri 2000, Ermeniler 500, Katolik Ermeniler 1000, Keldaniler veya Nesturiler 300 ve Musevileri ise 400 hane olarak hesaplayan Buckingham, bunların her birinin kendi kiliseleri ve rahipleri olduğunu, Süryanilerin şehirde iki kilisesi ve şehrin biraz dışında iki tane manastırı bulunduğu, ayrıca çevre köylerde de çok sayıda kiliseleri olduğunu kaydetmektedir. Buckingham, Süryaniler hakkında bilgi verip bunların diğer Hıristiyan mezheplerinden farklı olduğunu belirttikten sonra diğer bir dini gurup olan Şemsiler hakkında da bilgiler vermekte, bunların adlarından da anlaşıldığı üzere Güneşe inananlar olarak zikretmektedir. Buckingham bunların Müslüman, Musevi ve Hıristiyanlar gibi kitabı olmadığını belirtmekte, zamanla Süryani Patrikliğinin himayesinde onların bir cemaati gibi görülmeye başlandığını, ancak buna rağmen Şemsilerin Süryanilerle aralarında inanç ve ibadet bakımından çok farklı olduğunu vurgulamaktadır. Buckingham Şemsilerin Mardin ve çevresinde nüfusunun, kendinden önceki seyahatnamelere dayanarak tahminen 1000 civarında olduğunu belirtmektedir. Southgate ise Mardin şehrinin nüfusunun 3000 aile olarak tahmin edildiğini, bunun 500 Ermeni Katolik, 400 Yakubi, 250 Süryani Katolik, 100 Keldani ve 10 Musevi ve geri kalanının Müslümanlardan meydana geldiğini bildirmektedir. Buradan hareketle şehrin nüfusunun Buckingham’ın verdiği 20.000 rakamına yakın olduğunu da belirtmek gerekir. Southgate, Keldaniler, Süryani Katolikleri ve Ermenilerin birer kiliselerinin bulunmasına karşın Yakubilerin çok sayıda kiliseleri olduğunu bildirmektedir. Hatta bu kiliseye bağlı 3 piskoposun şehre bir saat mesafedeki bir manastırda ikamet ettiğini kaydetmektedir. Öte yandan Southgate Mardin’i Süryanilerin ana merkezi ve Süryani nüfusunun en kalabalık olduğu yer olarak zikretmekte, Katolik Süryanilerin Fransız elçisinin sayesinde aldıkları bir fermanla seçkin bir taife durumuna gelerek yeni haklar ve imtiyazlar kazandığını da not etmektedir. Southgate, Mardin’de dini bir grup olan Şemsiler hakkında da bilgiler vermektedir ki, bunların Osmanlılar tarafından dini bir grup olarak tanınmadığını, bunların Süryani kilisesinin altında bulunan bir cemaat ad edilmekte olduğunu kaydetmektedir. Ancak son zamanlarda bazı Şemsilerin Katolik Süryani olmaya başladığını bildirmektedir. Ainsworth de Mardin nüfusunun çok karışık bir özellik taşıdığını, burada çok sayıda Hıristiyan topluluğu olduğunu, bunların kaba ve eğitimsiz olduklarını ve kendi aralarında mezhep sürtüşmesi olduğunu belirtip bunlardan en kalabalık olanların Süryani ve Süryani Roman Katolikleri olduğunu kaydetmektedir.

Seyyahlar Mardin merkez dışında Mardin’e bağlı kasabalar ve köyler hakkında da bazı bilgiler vermektedirler. Elimizdeki seyahatnameler genelde Nusaybin (Nisibin) ve Kızıltepe (Koçhisar) kasabaları hakkında bilgiler vardır. Buckingham, Kızıltepe’nin takriben 5.000 nüfusa sahip, halkın alçak gönüllü ve evlerinin alçak ve çatılarının düz olduğunu not etmektedir. Nüfusun ana grubun Hıristiyan Ermeniler oluşturup, as sayıda Süryani ile çok az sayıda Müslümanın da bulunduğunu kaydetmektedir. Buckingham Kızıltepe’de Kahire ve Halep’te bulunan camilere benzer bir tarihi camii bulunduğunu ve bu camiinin özellikleri hakkında bilgi vermektedir. Ainsworth de Koçhisar’ını köy derecesine düşmüş bir kasaba olarak zikretmektedir. Minaresi Abdülmelik’in oğlu Velid zamanında yapılmış olan bir cami’den bahsetmektedir.

Nusaybin’e uğrayarak geçen seyyahlar bu kasaba hakkında detaylı hiç bir bilgi vermemektedirler. Sadece Nusaybin’den geçtiklerini zikretmektedirler. Nusaybin hakkında Soutgate, buranın 30 hanelik küçük bir köy durumunda olduğunu bildirip, antik Nusaybin’den bazı tarihi kalıntılar arasında St James Kilisesi (Mar Yacoub) kalıntılarının en önemlisi bulunduğunu not etmektedir. Diğer yandan Southgate Nusaybin’in Osmanlı birliklerinin çöl servisinde kullanılan karargâhı olduğunu bildirip burada yaklaşık olarak 500 veya 600 askerin bulunduğunu da kaydetmektedir. Bu sırada Mısır seferi hazırlıkları yapıldığından dolayı Nusaybin’de bulunan Reşit Paşa ile de görüşen Southgate, hemen bu sıralarda Nusaybin’de askeri barakaların yapıldığını ve paşanın buraya yeni bir kasaba da yapılacağını bildirdiğini not etmektedir. Hatta Southgate bu yeni yapılması düşünülen kasabanın planının üzerinde kasabanın pazar alanı, meydanı ve ana binalarının yerlerini gördüğünü bildirmektedir. Ancak bu bu şehrin inşası çok ağır ilerlemekteydi, ancak bu yeni kasaba kurma işi 1839 yazında sona ermiştir. Zira Reşit Paşa’nın Nizip’te Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı ordusuna katılması ve orada Osmanlıların yenilmesi sonucunda bu proje sona erdiğini ifade etmektedir.

Bunların dışında önemli yerleşim yerlerinden biri olan Mardin ile Nusaybin ve Kızıltepe arasındaki tarihi bakımdan önemli bazı yerleşim yerleri olan köyler hakkında da bilgiler verilmektedir. Nusaybin’den Mardin’e doğru yola çıkan Southgate yol üzerindeki köyler ile antik yerleşim bölgeleri hakkında bazen tarihi değere sahip bilgiler aktarmaktadır. Nusaybin’den Mardin’e doğru ilerlerken Amudiye köyünün 100 hane olduğunu ve bu köyün yakınlarında temelleri taştan yapılan ve Sertcik Hanı adı verilen seyyahların dinlenme yeri olarak ifade ettiği muhteşem görünümlü kalıntıları da zikretmektedir. Göyünç bu bina kalıntıları olan yeri Serçe-han ve Kasr-ı Serçehan olarak zikretmektedir. Öte yandan Mardin ile Nusaybin arasını kullanan seyyahlar tarihi antik kasaba olan Dara hakkında çok uzun bilgiler vermektedirler. Bu Dara antik kentinin yanındaki Dara (Oğuz) kasabasından da bütün seyyahlar bahsetmektedir. Ancak Oğuz (Dara) hakkında, en çok antik eserleri ve yapıları üzerinde bilgi verilmektedir. Sadece Southgate, Dara’dan Yakubi piskoposun bulunduğu ve ayrıca 100 Müslüman ile 30 Ermeni ailenin yaşadığı bir mekan olarak bahsetmektedir. Yine Southgate gibi Buckingham’da Mardin ile Kızıltepe arasında bulunan ve yaklaşık nüfusu 2000 kişi olan Sur (Soor) köyünden bahsederek buranın tamamen Hıristiyan olduğunu bir kısmının Süryani diğer kısmının da Ermeni olduğunu, her bir mezhebin kendi kiliselerinin var olduğunu yazmaktadır.

Bu dönemde Mardin’e gelen seyyahlar genelde Müslümanlar ve onların mabetleri hakkında pek fazla bilgi vermemektedirler. Sadece şehirde bulunan cami ve medrese sayısı gibi yalın bilgileri zikretmektedirler. Buckingham, Mardin’de 8 tane camiinin bulunduğunu, bunlardan 5 tanesinin küçük ve önemsiz olduklarını, bu camiler içinde sadece bir tanesinin büyük olduğunu belirtmekte ve Mardin’deki Büyük Camiinin minare ve kubbesinin mimari ve sanatsal özellikleri hakkında ayrıntılı bazı bilgiler de vermektedir. Southgate, Mardin şehrinde 8 cami ve 2 medrese bulunduğunu, bunlardan bazılarının taştan yapılmış iyi binalar olduğunu zikretmektedir. Öte yandan Mardin’e uğramış olan seyyahlar genelde Mardin kalesi hakkında kısa da olsa bilgiler vermektedirler. Özellikle o dönemin Mardin kalesi hakkında en öneli bilgileri Buckingham’da bulmaktayız. Buckingham Mardin kalesinde Mardin Mütesellimi’nin hizmetinde olan yaklaşık 50 askerin ve birkaç tane topun bulunduğunu bildirmektedir. Aynı zamanda kalede Mütesellim ve onun hizmetinde çalışan kişiler aileleriyle birlikte ikamet etmekteydiler. Seyahatnameler 19. yüzyılın ilk yarısında Mardin sancağının Bağdat Eyaletine bağlı olduğunu belirtmekle birlikte Mardin valisinin payesi Kinneir’e göre Vovvoda, Buckingham’a göre de Mütesellim olarak görülmekte, sancağın bazen kısa aralıkla da olsa Diyarbakır ve Musul eyaletine de bağlandığı görülmektedir.

Mardin ve çevresinin halkı arasında şehirde ve kazalarda yaşayan nüfusun yanında köylüler de önemli bir yer tutmaktaydı. Fakat bunların dışında üçüncü bir unsur da yerleşik düzene geçmemiş olan göçerler olan Bedeviler ile Türkmen ve Kürt Yörükleriydi. Seyahatnamelerde köylülerin ziraat ve hayvancılıkla meşgul oldukları belirtilmekle birlikte onların hayat tarzları hakkında pek fazla bilgi verilmemektedir. Sadece geçilen köylerin tepe üzeri, dağ eteği, dere kenarı ya da ovada mı olduğu gibi yalın bilgiler verilmektedir. Yine köylülerin ev yapımları hakkında, bulundukları konuma göre taş ve kerpiçten yapılmış oldukları, hatta göçerlerin ve bazı tarım işleriyle geçimini sağlayan insanların kıl çadırları kullandıklarına dair bilgiler de bulunmaktadır. Mardin ve çevresi kurak iklime sahip olduğundan dolayı evlerin düz tavanlı olup kiremitle kaplı olmadığı, hatta yaz aylarında halkın evlerin damlarında yattıkları belirtilmektedir. Yer yer bedeviler ile göçerlerin yerleşik düzendeki köy veya kasabalara zarar verdikleri, hırsızlık, talan ve Mısır Meselesi yüzünden doğan otorite boşluğu gibi hadiselerden doğan sıkıntılara da rastlanmaktadır. Bu yüzden devlet güçleri neticede bu talancı ve yağmacı unsurların üzerine giderek onları cezalandırmıştır. Nitekim bazı talanlar neticesinde Mardin ve çevresindeki bazı kasabalar da zarar görmüş, bu ise şehrin ticari ve sosyal hayatını olumsuz etkilemiştir. Bu kaynaklarda, Mardin şehrinin bulunduğu coğrafi konum itibariyle, ovalık bölgenin kavurucu sıcaklarına göre daha serin, sağlık ve sıhhat için daha iyi bir iklime sahip olduğu, insanların sevimli ve zinde görünümlü oldukları belirtilmektedir. Mardin bu bakımdan incelediğimiz dönem içersinde imparatorluğun pek çok yerini kasıp kavuran ve pek çok can kaybına neden olan Veba salgınından çevresine göre daha hafif bir şekilde etkilemiş çok az sayıda insan kaybı ile bu salgından kurtulmuştur.

Sonuç olarak Mardin, ele aldığımız kaynaklarda daha çok içersinde barındırmış olduğu değişik etnik ve dini unsurları ile ön plana çıkan bir önemli bir kent olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette kentin sadece bu özelliğinin öne çıkmasında bu dönemde imparatorluğun genelinde olduğu gibi Mardin’de de misyonerlik faaliyetlerinin artışa geçmesinin göz ardı edilemeyecek bir payı bulunmaktaydı. Nitekim önceleri amaçlarını tüm Osmanlı halkını kendi inançlarına çevirmeyi amaçlayan misyonerler daha sonra hesaplarının yanlışlığını anlamış ve hedeflerini küçültmüşlerdi. Amaçlarını bu şekilde değiştiren misyonerler kendi hedefleri için Osmanlı coğrafyasındaki hemen hemen her inanca mensup topluluğu inceleme altına almışlardı. Bu sebepledir ki özellikle misyonerler tarafından yazılmış olan eserler daha çok halkın dini yapısı ile ilgili bilgiler ihtiva etmektedir. Mardin de bu süreçte en çok dikkat çeken ve daha sonra Misyonerler için önemli bir istasyon merkezi olacaktır. Bunun ötesinde Kinneir’in de belirttiği gibi önemli bir tampon bölge olan Mardin, bu özelliğinden ötürü Mısır Meselesi’nin olumsuz sonuçlarından etkilenmiş ve Southgate’in de belirttiği gibi yoğun ticari faaliyetlerin olmadığı ve kendi kendine yeten bir şehir olarak görünmektedir.